Seyahat Yiyecek & İçecek

Masalsı Sokaklardan, Leziz Yemeklere

Adana ve Antakya gezilerimizde, güneyin sıcaklığını sadece tenimizde değil, kalbimizde de hissettik. Tarih, doğa, her biri ayrı bir hikâye kokan masalsı sokaklar, leziz yemekler ve candan insanlar…

Adana’da gittiğimiz ilk mekân, kalacağımız Riva Reşatbey Otel. Havaalanına beş kilometre ve meşhur Ziyapaşa Bulvarı’na yürüme mesafesinde. Toplam 68 odası olan bir butik otel. Otelde çalışan ekipte altın oran mevcut, yani profesyonelliğin ve güler yüzlü içten ilginin harika dengesi yakalanmış. Oda tertemiz ve yeterli konfora sahip. Biraz dinlendikten sonra akşam yemeği için Beşocak Kebap’a gidiyoruz. 5 Ocak 1922’de Fransızlar Çukurova’dan tamamen çekilmişler. Bu nedenle 5 Ocak, Adana için önemli bir tarih. Beşocak Kebap da adını buradan almış. İçeride ve dışarıda oturma kapasitesi var. Adana’da çok seyrek bulunabilen serin bir havaya denk gelmiş olduğumuzdan, bu havanın keyfini çıkarmak üzere dışarıda oturuyoruz. Yemeklere gelince… İstanbul’da çok iyi kebapçılar olduğundan, bu konuda
şımarmış durumdayız sanırım. Ama İstanbul’da daha önce hiç rastlamamış olduğum “Kazbaşı” ile tanışıyorum burada. Kuşbaşı ete benziyor ancak 3-4 katı büyüklüğünde, bir kuzudan 150 gram kadar çıkıyor. Beşocak’taki Kazbaşı, iyi pişmiş ama suyunu kaybetmemiş, yağı da fazla değil tam karar. Çok beğenerek yiyoruz.

Ertesi gün sabahtan, Adana’yı gezmek üzere otelimizden çıkıyoruz. Benim programa ekleyiverdiğim Levent Börekçilik ile başlıyoruz turumuza. Burası küçücük bir dükkân. Sabah 4.30’dan itibaren tepsi tepsi taze böreğin geldiği, üzeri dolup dolup boşalan bir tabladan ve küçük alçak masalar ile taburelerden ibaret. Bir sıra numarası alıp bekliyorsunuz. Börek yemek için sabırsızlıkla bekleyen kalabalığın oluşturduğu karmaşayı sakin bir şekilde yöneten çalışan, sırayla numaraları söyleyip, müşterinin siparişini öğrenerek, el çabukluğu ve maharetle hazırlayıveriyor. Çoğunluk paket alıp gidiyor. Bizim de içinde olduğumuz azınlık, o birkaç masadan birine oturup çay ile birlikte böreğini sıcak sıcak yiyip oracıkta bitiriyor. Tabii şimdi yediğimiz börekleri eritmek lazım.

Yürüyerek yaptığımız Adana turu
iyi geliyor. Yağ Camii önünden geçiyoruz. Kalaycılar Çarşısı’nı geziyoruz. Kalaycıların arasında ciğer dükkânları var. Esnaf, sabah kahvaltısından itibaren ciğer tüketmeyi çok seviyor. Ramazanoğlu Medresesi’nin avlusunda oturup birer çay içerek dinleniyoruz. Avludaki rengârenk mis kokulu güller ve köşede çalınan neyin tınısı huzur veriyor. Önünden geçerken içeri daldığım Dergâh Tesbih, yerden tavana kadar asılmış, şeker gibi rengârenk tesbihlerle başımı döndürüyor. Sonraki durak Atatürk Müzesi. Müze binası Seyhan Caddesi üzerinde, 19. yüzyılda yapılmış geleneksel Adana evlerinden. 15 Mart 1923’te Atatürk, eşi ile birlikte Adana’ya geldiğinde bu binada ağırlanmış. 1981 yılında müze olarak hizmet vermeye başlamış. Hem evin kendisi hem de içindeki özel eşyalar, ziyarete ve görülmeye değer.

Avludaki rengârenk mis kokulu güller ve köşede çalınan neyin tınısı huzur veriyor.

Buradan, çok yakınındaki Adana Sinema Müzesi’ne yürüyoruz. Adanalı sinema sanatçılarının oynamış olduğu film afişleri duvarları süslüyor. Ayrıca eski kameralar, mektuplar ve şahsi eşyalardan örnekler var. Film afişleri, özellikle etkileyici. Bu kadar çok ünlü Adanalı sinema sanatçısı olduğunu bilmiyordum! Müzede ayrıca Adana’nın meşhur Taş Köprü’sünün eski bir fotoğrafı var. Fotoğrafın üzerinde “Taş Köprü 21 gözlüyken şimdi neden 14 gözlü?” yazıyor. 1930’lu yıllarda çekildiği düşünülen fotoğrafta köprünün 21 gözü açıkça görülebiliyor. Maalesef sonraki yıllarda yapılan yol genişletme çalışmalarında, yedi göz toprağın altında kalmış. Öğlen yemeği için Birbiçer’e gidiyoruz. Ciğeriyle meşhur olan mekân, tipik bir esnaf lokantası.

Bir masa etrafında oturmuş üç çalışan, hızlı bir tempoda şişlere ciğer diziyor. Uzun ocakbaşının yanındaki masanın üzerine ise ciğerle verilen yeşillik tabakları istiflenmiş. Biz oturduktan kısa bir süre sonra lokanta tıklım tıklım doluyor. Önceden yapılan yoğun hazırlığın sebebi anlaşılıyor. Burada ciğerin dışında kebap da yiyebiliyorsunuz. Bizim İstanbul’da acılı ve acısızı ayırmak için “Adana” veya “Urfa” dediğimiz kebaba, Adana’da sadece “Kebap” ya da “Kıyma” diyorlar. Standart olarak acısız geliyor; acılı istiyorsanız özellikle söylemeniz lazım. Biz karışık bir tabak sipariş ediyoruz. Kıyma, ciğer ve kuşbaşı geliyor. Hepsi lezzetli ama benim favorim ciğer oluyor. Öğleden sonra, Adana’ya veda ederek, arabayla Antakya’ya doğru yola çıkıyoruz. Yaklaşık 2,5 saatte Antakya’ya varıyoruz. Otelimiz Çankaya Konakları’na yerleşiyoruz. 100 yıllık tarihi bir konakta kalabiliyor olmak çok kıymetli. Otelin yeri gayet merkezi, yürüyerek Antakya’nın içinde gezmek isteyeceğiniz her yere ulaşabiliyorsunuz. Çalışanları profesyonel ve güler yüzlü, işlerini severek yapıyorlar ve bu da misafire yansıyor. Otelden çıkıp yürüyerek gezmeye başlıyoruz. Yılmaz İpekçilik’e giriyoruz. Yılmaz Bey, dükkânın başında ve tüm müşterilerle bizzat ilgileniyor. Çeşit çeşit renk ve motiflerdeki ipeklerden seçmek

zaman alıyor. Neyse ki Yılmaz Bey, sabırsızlanan beyleri oturtup çay ikram ediyor. İpek seçmek yorucu iş! Meşhur Affan Kahvehanesi’nde “Süvari Kahvesi” içip, “Haytalı” tatlısı yiyerek enerji topluyoruz. Bildiğimiz Türk kahvesi, Antakya’da fincan yerine ince belli çay bardağında servis ediliyor ve ismine süvari kahvesi deniyor. “Haytalı” ise Lübnan kökenli bir tatlı; mısır nişastası ve süt ile yapılan muhallebinin üzerine özel sütlü dondurması ekleniyor, son olarak üzerine gül suyu eklenerek servis yapılıyor. İsmini, bu tatlıyı yapan Lübnan’ın Haytalia köyünden almış. Yürüyüşümüze Fransız sokaklarında tur atarak devam ediyoruz. Eski evlerin bulunduğu dar sokaklar ve canlı renklerdeki kapılar, fotoğraf çekimleri için harika fon sağlıyor. Akşam yemeği için, önceden rezervasyon yaptırmış olduğumuz Konak Restoran’a gidiyoruz. Yaklaşık 100 yıl boyunca Antakya’nın önemli ailelerine ev sahipliği yapan konak, 2013’te başlayan ve iki yıl süren restorasyondan sonra restoran olarak hizmet vermeye başlamış. Konağın içi ve bahçesi oldukça etkileyici. Antakya mutfağını, Halep ve Beyrut mutfağı ile sentezleyerek oluşturulmuş geniş menüden yemeklerimizi sipariş ediyoruz. Mezelerden zahter salatası, humus, zeytin salatası ve Lübnan cevizli söylüyoruz. Böyle bir lokantaya grup olarak gitmek avantajlı çünkü daha çok çeşit sipariş edip paylaşarak deneme imkânı oluyor.

Ara sıcak olarak lahmacun yiyoruz. Mezeler ve lahmacun gayet lezzetli. Ancak ana yemek olarak sipariş ettiğimiz “Konak Köfte” bizi hayal kırıklığına uğratıyor; köfteler kuru ve sıradan. Tatlı olarak söylediğimiz künefe, ağız tadımızı yerine getiriyor. Servis ekibi yeteri kadar özenli ve profesyonel değil, bu kadar emek verilmiş bir mekânda çalışan ekibin çok daha iyi olması gerektiğini düşünüyorum. Ertesi sabah otelimizde yaptığımız harika yöresel kahvaltıdan sonra, rehberimiz Cuma Ali Korkmaz ile arabayla Hatay turumuza başlıyoruz. Öncelikle, rehberimizin anlattığı “Defne ve Apollo” hikâyesi eşliğinde Harbiye Şelale turu yapıyoruz. Buranın yemyeşil doğası ve ağaçların arasından akan şelaleleri, huzur veriyor. Daha sonra Hatay’ın sahil kenti olan Samandağ’dan geçiyoruz. Yaklaşık 2000 yaşında olan “Anıt Ağaç”ta mola veriyoruz. Efsaneye göre, Hz. Musa’nın burada mola vermek için yere koyduğu asası bir çınar ağacına dönüşür. Biz de burada mola verip, enfes “Katıklı Ekmek”in tadına bakıyoruz. Sonraki durağımız, Türkiye’de başka bir örneği olmayan, toplu halde yerleşik düzende yaşayan tek Ermeni köyü olan, Vakıflı. Küçük güzel kiliselerini gezip, köyde yetişen meyvelerle hazırladıkları şaraplarından alarak Dor Mabedi’ne devam ediyoruz. Dor Mabedi’nin
bulunduğu

bulunduğu tepeden, Türkiye’nin en uzun ikinci sahili olan Samandağ’ın da göründüğü harika manzarayı seyrediyoruz. Son olarak Vespasianus-Titus tünelini geziyoruz. Bu tünel, limandaki su kaybını önlemek için sel sularını yönlendirmek amacıyla, tamamen insan gücüyle inşa edilmiş. Tünelin içinden gidiş-dönüş, yaklaşık bir saat yürüyoruz. Çok görkemli ve etkileyici. Özenle hazırlamış olduğu tur programı, güzel anlatımı ve sıcak ağırlaması için rehberimiz Cuma Ali Korkmaz’a teşekkür ederek otelimize dönüyoruz. Ertesi sabah efsanevi Hatay Arkeoloji Müzesi’ne gidiyoruz. Müze, dünyadaki en güzel mozaik koleksiyonlarından birine sahip. Çok iyi düzenlenmiş, ferah ve bakımlı. Mozaikleri, hayran kalarak gezdikten sonra lahitlerin olduğu bölüme geçiyoruz. Özel bir galeride sergilenen Antakya Lahdi, görkemi ve üzerindeki çok iyi korunmuş süslemeleriyle bizi etkiliyor. Havaalanına gitmeden önce, Savon Hotel’de enfes bir öğle yemeği yiyoruz. Savon Hotel, 1860’larda sabun ve zeytinyağı fabrikası olarak inşa edilmiş. Tarihi bina, 2001 yılında geçirdiği iki yıllık renovasyondan sonra, otel olarak hizmet vermeye başlamış. Adana, neşeli ve hayattan keyif almayı bilen insanları, lezzetli ciğeri ve kebapları, renkli çarşısıyla; Antakya ise candan ve hoşgörülü insanları, enfes mezeleri, turizmde daha iyi yerde olmayı hak eden kumsalı ve doğası, Arkeoloji müzesi, bir arada barış içinde yaşayan çeşitli medeniyetleri, Titus Tüneli’yle, kalbimizde özel yerlerini alıyor.